24 Aralık 2010 Cuma

Çizmenin güneyinde bir kent:Matera...

Amalfi'den Salerno'ya yaptığım muhteşem manzaralı yolculuktan sonra, Salerno'dan Ferrandina'ya giden bir otobüs buldum ve 2.5 saatlik bir yolculuğun ardından Antonio'nun ''in the middle of nowhere'' dediği Ferrandina'ya ulaştım. Antonio'yu beni bekler buldum. Beni hep beraber kalacağımız otele götürdü, yerleştim ve grubun geri kalanıyla buluştum. Benimle birlikte 9 farklı ülkeden gelen harika insanlarla tanıştım ve beraber çok keyifli ve eğlenceli bir çalışma haftası geçirdik. Yoğun çalışma programımızın arasında zaman bulduğumuzda da Matera'yı gezdik.
Matera kuşkusuz İtalya'nın en sıra dışı şehirlerinden biri. Mağaralardan ve kayalara oyularak yapılan evlerden oluşan SASSI bölgesi 1993'den beri UNESCO Kültür Mirası olarak kabul ediliyor. Ancak çok değil, 1950'li yılların ortalarına kadar Matera nüfusunun yarısı SASSI'deki mağaralarda çok yoğun bir yoksulluk içinde yaşıyormuş. Aile başına düşen çocuk sayısı ortalama 6 olup, çocuk ölüm oranı %50 gibi yüksek bir rakammış. Ancak 50'li yılların sonlarına doğru bu durum ülke için bir skandala dönüşmeye başlamış ve 15000 kişi devlet zoruyla (bizdeki kentsel dönüşüm projelerinde olduğu gibi) bölgeden çıkarılıp, yeni yapılan konutlara geçirilmiş. Şu anda bölge turistik bir havaya bürünmüş, binalar çoğunlukla restaurant yada otel olarak kullanılmakla beraber, hala içinde yaşayan insanlar da var. Hatta ingiliz Fodor's seyahat rehberinde:
'' Matera, insanların 9000 yıl önceki atalarıyla aynı evlerde yaşadığı dünyadaki tek yerdir'' denilmekte.



Bölgedeki ilk yerleşimler prehistorik dönemlere uzanıyor. Bu açıdan bakıldığında İtalya'nın ve hatta Avrupa'nın en eski yerleşim yerlerinden biri.
Şehir, bir dağ yamacındaki granit kayaların oyulmasıyla yapıldığı için, bazı sokaklarda yürürken ,aslında alt katmandaki evlerin çatılarında yürüyorsunuz! Daracık taş sokakları, granit renkli evleri ve labirenti andıran yapısıyla, Mardin'i hatırlattı bana biraz.


Matera Katedrali (yapım tarihi 1270) 52 metrelik kulesiyle şehrin her yerinden görülebilen en büyük ve görkemli yapısı.



Daha önce de belirttiğim gibi binaların çoğu turistik amaçla kullanılıyor. Mesela biz bir gece bu ''mağara-restaurant'' lardan birine yemeğe gittik. Büyüleyici ve çok klastrofobik bir havası vardı. Girdiğiniz kapı dışında dışarıya açılan bir başka kapı ya da pencere yok. Duvarlar oyularak şekil verilmiş ve granit taş. Bir zamanlar ev olarak kullanıldığını ve içinde kalabalık ailelerin (hayvanlarıyla beraber) yaşadıklarını düşününce garip oluyor insan. İşin güzel yanı, yemekten çıktığımızıda dışarıda kar yağıyordu, ve biz beş kişi gruptan ayrılarak, otelimize o labirent gibi yollarda kaybola kaybola yürüyerek, kartopu oynayarak döndük. Enfes bir geceydi.
Şehrin bu otantik ve sıra dışı görüntüsü film yapımcılarının ve tabii ki holywood'un da ilgisini çekmiş. Mesela son olarak Mel Gibson ''The Passion of the Christ'' (İsa'nın Çilesi) filmini burada çekmiş.





Hiç yorum yok :

Yorum Gönder