3 Eylül 2013 Salı

Sakız Adası (Chios)

Yıllardır pek çok farklı ülkeye gittiğim halde, Yunanistan'a bir türlü yolu düşmemiş biri olarak bir hafta arayla iki kere Yunanistan'a, hemde hiç hesapta yokken gitmek biraz garip oldu doğrusu ama aniden yapılan tüm planlar gibi çok keyifli geçti ikisi de.

Ani bir kararla Sakız adasına gitmeye karar verince hemen internetten bir araştırma yaptım ve Ege Birlik firmasının Çeşme'den gidiş-dönüş 20€' ya gittiğini öğrendim. Ayrıca isteyen yolcular için İzmir'in çeşitli yerlerinden serviste kaldırılıyor ve sabahın 9'unda hareket eden feribotu yakalama stresinden de kurtarıyorlardı.

Servis bizi Karşıyaka-Çeşme gidiş-dönüş 25 tl ye taşıdı. Çeşme limanından bindiğimiz feribot ise 45dk. gibi kısa bir sürede Sakız Adası'na ulaştı.
Adanın merkez şehri olan Chios, tarz olarak Mitillini'ye benziyor ama daha küçük. Sakız, Yunanistan'ın Ege'deki 5. büyük adası. Ufak bir koyun etrafına yayılmış olan şehir 51.000 civarındaki ada nüfusun  yaklaşık 30.000'ini barındırıyor.



Adaya gidenlere en önemli tavsiyem mutlaka bir araç edinmeleri. Bu Türkiye'den kendi aracınızla adaya geçmek şeklinde de olabilir araba kiralamak şeklinde de.Adada yapılan günübirlik turlara da katılabilirsiniz ama biz kiraladığımız araba ile istediğimiz yerde durup istediğimiz yerde denize girerek harika bir gün geçirdik. Elinizde harita, gideceğiniz yerlere kendiniz karar verip  ve yeni yerler keşfetmek inanılmaz keyif veriyor insana. 

Adanın tümünü bir günde gezmek mümkün olmadığı için biz güney tarafını gezmeye karar verdik ve hiç de pişman olmadık. Adanın güneyi ''Sakız Köyleri'' diye geçen bölge ve sakız ağaçlarının en yoğun olduğu bölüm. Chios'dan Pyrgi yönüne doğru yola çıktık. Zeytinliklerin ve sakız ağaçlarının arasından kıvrılan yolda ilk önce eski bir manastırla karşılaştık. 




Ardından iç yoldan güneye doğru inip sahile çıktık ve Komi'de, denize sıfır bir yerde güzel bir öğlen yemeği yedik. Bu bölgede kıyı boyunca birbirinden güzel plajlar ve yemek yemek için uygun yerler bulabilirsiniz. Biz tercihimizi sardalya, feta peyniri, Yunan Salatası ve adanın yerel birasından yana kullandık. 

Yemekten sonra artık güneş tepeye tırmanmıştı ve çok sıcaktı, güzel bir plaj bulup denize girmeye karar verdik ve adaya gelişte bize verilen rehberde bulduğum volkanik taşlardan oluşmuş bir plaj olan Mavra Volia'ya geldik. Hayatımda gördüğüm en güzel plajlardan biriydi kesinlikle. 



Cam berraklığındaki deniz ve siyah volkanik taşlar üzerinde güzel bir öğleden sonra geçirip serinledikten sonra yol üstünde Yunan Adaları'nın klasik içeceği olan soğuk kahve ''Frappe'' lerimizi içerek yola devam ettik. 

Bundan sonraki hedefimiz Pyrgi köyüydü. Giderken, ne yalan söyleyeyim, çok fazla birşey beklemiyordum. Tipik bir Yunan köyü göreceğimizi düşünüyordum ama umduğumdan çok daha hoş biryerle karşılaştım. Pyrgi'de tüm evler özel ''Xysta'' denilen gri-beyaz renkli taşlarla süslenip dekore edilmiş ve asırlardır hiç dokunulmamış izlenimi veriyor insana. 




Pyrgi'den sonra yola devam edip Mesta'ya ulaştık ve bir kez daha şaşkınlık içinde kaldık. Çünkü bu kez de tipik bir Orta Çağ kasabasıyla karşı karşıyaydık. Kale duvarları içine inşaa edilen taş evleri ve daracık sokaklarıyla insanı yüzlerce yıl önceye götürüyor Mesta. 





Mesta'da bir afiş...Sİze neyi çağrıştırdı? 

Mesta'dan ayrılıp Limenas üzerinden adanın batı sahiline ulaştık ve yol üzerinde gördüğümüz, ıssız bir plajda köpük köpük dalgalar ve akşam güneşi eşliğinde denize girdik. 


Chios'a geri döndüğümüzde akşam olmuştu ve harika bir gün geçirmiş olmanın mutluluğu vardı üzerimizde. Chios'un denize bakan balık restoranlarından birine oturup akşamın keyfini çıkardık. 

Chios'ta Türkçe-Yunanca bir duvar yazısı



18 Ağustos 2013 Pazar

Midilli Adası (Lesvos)

Çocukluğumdan beri yaz tatillerimizi hep Edremit Körfezi civarında geçiririz ailecek. Edremit Körfezi'nin neresinden bakarsanız bakın Midilli Adası'nı görebilirsiniz. Çünkü ada körfezin tam ağzına bir kapak gibi yerleşmiş gibidir. Bu yaz, çok ani bir kararla yıllardır hep uzaktan seyrettiğimiz bu yakın ama uzak adaya gitmeye karar verdik.

Ayvalık'tan Midilli'ye geçmek için iki farklı firma var: Turyol ve Jale Tur. Turyol'un tek yön fiyatı 20€ gidiş-geliş fiyatı 30€. Jale Tur'da bu fiyat internetten aldığınız takdirde 25€ ya düşüyor. Biz adada 1,5 saat daha fazla zaman geçirmek adına Turyol'u tercih ettik ama gümrükteki gereksiz beklemelerin sonucunda gidişimiz de gelişimiz de Jale Turla aynı saatlerde oldu. Bu yüzden Jale Tur'u seçmeniz bence daha mantıklı olur.

Ayvalık'tan yola çıkınca zaten bir süre civardaki küçük adaların, Cunda'nın güzel görüntüleri eşliğinde yol alıyorsunuz. Sonrasında da hep uzaktan gördüğünüz Midilli Adasının detayları görünmeye başlıyor. Tekne Adaya yanaşmadan baş üstüne geçip beklemenizi tavsiye ederim yoksa gümrükte sıra beklersiniz.

Ben hemen en önden geçip kapıdan çıktım, genç bir çocuk:'' Hürrem Sultan!'' deyip elime bir ada haritası tutuşturdu. Malum Türk dizileri Yunanistan'da fazlasıyla takip ediliyor ve seviliyor. Haritada gitmem gereken rotayı gösterdi ve ''Very easy'' deyip tekrar kapıdaki yerine geçti ve çıkanlara harita dağıtmaya devam etti. Bu arada: ''Destuuuur Sultan Süleyman'' diye bağırıyordu.



Midilli Yunanistan'ın Ege Denizi'ndeki en büyük 3. adası. Bu yüzden de adada pek çok yerleşim yeri, köy ve kasaba var. Mitilini bunların en büyüğü. Bizim adaya Lesvos değil de Midilli dememizin sebebi de bu şehir.


Mitilini, adanın güneyindeki küçük körfezin etrafında kurulu çok sevimli bir yer. İnsana huzur veren bir yapısı var. Hemen arkasından yükselen yemyeşil dağlar şehre ayrı bir derinlik katıyor. 


Sahil yolunun arka paraleli olan cadde alışveriş caddesi. Türkiye'de bulamayacağınız pek birşey yok burada, sadece adaya özgü hediyelik eşya veya uzo alabilirsiniz. 



Adanın en güzel yanlarından biri ise hemen herşeyin Türk turistlere göre ayarlanmış olması. Resimde de gördüğünüz gibi pek çok yerde Türkçe yazılar, menülerde Türkçe versiyonlar görmek mümkün. Hemen hemen tüm garsonlar çat pat Türkçe konuşuyor. Bu durumda anadili İngilizce olan birinin yurt dışındayken hissettiği rahatlığı hissettim ilk kez ve ne kadar rahat ettiklerini bir kez daha anladım.


Yol boyunca çeşitli uzo imalathaneleri görmek mümkün. Midilli Yunanistan'ın uzo üretim merkezi bir nevi. Zaten adanın geneline sirayet etmiş bir uzo kokusu var her yerde.



Uzun süre Osmanlı denetiminde kalmış olan adada tabii ki çeşitli kalıntılar mevcut. Resimde görülen hamam ve cami bunlardan sadece ikisi. Ama özellikle de caminin durumu, Türkiye'deki kilise harabelerinden farksız. Kimsenin birbirini suçlayacak durumu yok gibi. 

Genel olarak bir Akdeniz geleneği olan siesta tabii ki Yunanistan'ın da vazgeçilmezi. Bu yüzden ne alacaksanız elinizi çabuk tutun ve saat 2'den önce almaya bakın. Çünkü 2 ile 6 arası yeme-içme hariç tüm dükkanlar kapanıyor ve sokaklarda turistlerden başka pek insan kalmıyor. 

Bizde bu yüzden yemek faslını siesta zamanına bırakarak önce şehri dolaştık ve daha sonra deniz kenarındaki yan yana dizilmiş restoranlardan birine geçip oturduk. 

Herkes farklı şeyler istedi ama hepsi de birbirinden lezizdi. Ben mesela sardalya ızgara yedim. Ortaya fırında pişirilmiş feta peyniri, fava ve Yunan salatası istedik. Öğlen sıcağında uzonun ağır geleceğini düşündüğümden yerel bir bira (Mythos) içtim, tadı Tuborg'a çok yakındı. 

Yeme içme faslından sonra heryer hala kapalı olduğu için bu kez sahildeki taş kahveye geçtik. 

Bina bizim Cunda'daki taş kahveye çok benziyor, yüksek tavanlı çok güzel bir taş bina. Ama içerisi Cunda'dakinden çok daha bakımlı ve şık. Ayrıca şifresiz wi-fi hizmeti var. 


Bir süre de burada dinlenip frappelerimizi yudumladık. İnternetin keyfini çıkardık. 
Dönüş vapurumuz akşam 7'de idi. Gümrükte fazla oyalanmadan duty free'ye daldık. Küçük bir hatırlatma: Ayvalık gümrüğünde duty free yok, bu yüzden ne alacaksanız Midilli'den alın. 

27 Temmuz 2013 Cumartesi

KARADENİZ TURU,SON DURAK: TRABZON

Doğu Karadeniz turumuzda en son Uzungöl'ü gezip, oradan da Trabzon'a direk araç bulmanın sevinciyle yola koyulmuştuk. Yanlış hatırlamıyorsam Uzungöl-Trabzon arası 15 TL idi.

Trabzon'da daha önceden Öğretmen evinde yer ayırttırmıştık. Öğretmen evinin yeri çok güzel ve merkezi. Trafiğe kapalı bir alışveriş caddesi olan Uzun Yol'un üzerinde. Merkezdeki her yere yürüme mesafesinde. 
Kahvaltı dahil geceliği 30 TL ye kaldık.

Ertesi gün Sümela Manastırı'na gitmeyi planlıyorduk, sorup soruşturduk ve Trabzon merkezden hergün Sümela'ya günübirlik turlar düzenlendiğini öğrendik. 

Merkezde, meydana yakın pek  çok tur şirketi var. Biz ilk gözümüze çarpan şirket olan Ulusoy'a girdik ve Sümela, Zigana Geçidi ve Karaca Mağarası'nı kapsayan bir turda karar kıldık ve kişi başı 35 TL ödeyerek yerlerimizi ayırttık.

Ertesi gün saat sabah 9'da minibüsle yola koyulduk. Yol boyunca yine göz alabildiğine uzanan ormanların arasından geçerek Maçka'ya, oradan da Sümela Manastırı'na doğru yol aldık. Yaklaşık bir saat süren yolculuktan sonra aşağıdan manastırın göründüğü yerde durduk ve fotoğraf çektik. 


Ardından tekrar yola koyulduk, minibüs bizi manastırın biraz aşağısında bıraktı, bundan sonrasına yürüyerek devam ettik. 


Manastıra doğru tırmanan patika yol boyunca yemyeşil bir vadiyi ve yüksek dağları izleme şansınız oldu.










Manastır dağın içine oyularak 365-395 tarihlerinde yapılan ilk kısımlar ve 19. yüzyılda sonradan eklenen diğer kısımlardan oluşuyor. Kapadokya yöresinde sıkça rastlanan bir tarzda yapılmış. Kilisenin içi ise değişik fresklerle kaplı. 

Manastırı gezdikten sonra, geldiğimiz patikadan geri dönüp minibüsümüze biniyoruz ve Zigana'ya doğru yola koyulduk. 

Zigana geçidi, anlatılmaz yaşanır! Hani coğrafya derslerinde hep anlatılır ya: ''Karadeniz Bölgesinde dağlar denize paralel uzandığı için, denizin ılıman etkisinin iç bölgelere geçmesini engeller'' diye. İşte bu durumu bizzat yaşıyorsunuz. Zİgana Geçidi'ne varana kadar tipik bir Karadeniz havasıyla yol alıyorduk. Soğuk, nemli ve dağlara, ve hatta yola, sis çökmüş vaziyetteydi. Heryer göz alabildiğine yeşil ve güneşin esamesi okunmuyordu...


Zigana'dan önce....



Zigana'dan hemen sonra...
Zigana'yı geçer geçmez yaz güneşi ve masmavi bir gökyüzü bizi karşıladı, biraz yol aldıktan sonra ormanlar seyrekleşmeye, bitki örtüsü kıraçlaşmaya başladı. 

Zigana'yı geçtikten sonra, Gümüşhane yakınlarındaki Karaca Mağarası'na doğru yola koyulduk. Ne yalan söyleyeyim, ilk başlarda o güzelim yeşilliği bırakıp neden İç Anadolu bozkırına doğru yol aldığımızı pek anlayamadım, ama mağarayı görünce fikrim değişti...



Sarkıtlar ve dikitler göz alıcı...Aslında fotoğraf çekmek yasaktı ama cep telefonumla flaşsız olarak birkaç tane çekebildim yinede... Oldukça büyük ve güzel bir mağara, bu taraflara yolunuz düşerse eğer, görülmeye değer...

Mağaradan ayrılıp tekrar Zİgana'ya doğru yol aldık. Tüneli geçer geçmez yeniden bir iklim değişimi yaşadık. 

Tüneli geçtikten sonra sıra fırın sütlaçıyla ünlü Hamsi Köy'de . Kıvrıla kıvrıla dağları tırmanan dar bir yol...Dağlara sis çökmüş, görüş mesafesi birkaç metreden fazla değil...Aşağısı muhtemelen uçurum ve fakat görmek mümkün değil!


Köye varınca, Niyazi Usta'nın yerine oturduk, hava bildiğin buz gibi... Bir sütlaç fanı olmayan ben, bu fırın sütlaça bayıldım! Tek kelimeyle enfes! Kesinlikle tadılmalı...

Sütlaçlarımızı yedikten sonra tekrar yola koyulup Maçka üzerinden Trabzon'a vardık. Uzun Yol'da, Öğretmen Evi'nin karşısında ev yemekleri yapan bir yerde akşam yemeğimizi yiyip, merkezde biraz dolaştıktan sonra yorgun bir şekilde dinlenmeye gittik. 

Şehirdeki ikinci günümüzde kahvaltıdan sonra biraz meydandaki çay bahçesinde vakit geçirdik. Ardından sora sora bulduğumuz minibüslere binerek, Soğuksu semtindeki Atatürk Köşkü'ne ulaştık.

Köşk Trabzon'lu bir Rum olan Konstantin Kabayanidis tarafından 1890'da yazlık köşk olarak yaptırılmış.Mübadele sonrasında gayrımüslim taşınmazları devlete geçince Trabzon'a ait bir kamu binası olmuş. Atatürk'ün 1924'te şehre yaptığı bir gezi sırasından köşkü görmesi ve çok beğenmesi üzerine konak Atatürk'e armağan edilmiş.


Yemyeşil bir koruluğun ortasında, pamuk beyazı, şirin mi şirin bir köşk, bahçe tasarımı da oldukça güzel...

Köşk gezisinin ardından tekrar minibüsle merkeze dönüp Öğretmen evinden eşyalarımızı toparladık ve Karadeniz Teknik Üniversitesi kampüsünün karşısında, deniz kenarındaki havaalanına gittik ve güzel bir Doğu Karadeniz gezisi yapmış olmanın keyfi içinde, Karadeniz'e el sallayarak bu güzel şehirden ayrıldık...


22 Temmuz 2013 Pazartesi

BAŞKALDIRAN KURŞUnKALEM

Ferhan Şensoy'un  ilk gençlik, Galatasaray ve Akademi yıllarını anlattığı ''Kalemimin Sapını Gülle Donattım''   adlı kitabının devamı niteliğinde olan ve akademiden sonra gittiği Kanada'dan dönüşüyle başlayan ''Başkaldıran Kurşun kalem''  yine beni hayal kırıklığına uğratmadı. Ustanın büyük bir hayranı olarak, Türkçe'yi kullanış biçimine, yaptığı kelime oyunlarına ve üslubuna bir kere daha hayran oldum ve 540 sayfalık kitabı 2-3 gün içinde bir çırpıda okuyup bitirdim. Özellikle 60 ve 70'li yılların tiyatro camiasına, yeni yeni kendini gösteren tek kanallı televizyona, yıllarca filmlerde yan rollerde izlediğimiz tiyatrocuların meşakkatli yaşamlarına tanıklık ediyor ve Şensoy'un kendi tiyatrosunu kurmak için çırpınırken bir yandan da TRT ye diziler, Devekuşu Kabare Tiyatrosu'na skeçler ve Ali Poyrazoğlu Tiyatrosuna oyunlar yazarken, ilk romanı ''Kazancı Yokuşu'' nu İstiklal Caddesi'nin tüm kitapçılarında arayıp da bulamazken görüyoruz. Aralarda yine az da olsa Çarşamba-Ünye yıllarına dönüşler yapıyoruz. Büyük hayranı olduğu Turgut Uyar'ı bir barda görüp, yanına gitmeye cesaret edemeyen toy delikanlıdan Türk tiyatrosunun büyük üstadına devşirmesine tanıklık ediyoruz. Bir de tabii tüm kitap boyunca kafayı kurcalayan bir soru: Kim bu Gizem Kız?

Karadeniz Turu: Uzun Göl

Ayder Yaylası'ndaki iki güzel günden sonra sırt çantalarımızı tekrar toparlayıp Pazar'a doğru yola koyuluyoruz. Yolda minibüse binenler ve inenler oluyor, ortamdaki tek turistik tipler biziz. Bizim dışımızdakiler ''yerel halk''. Konuşmalar evlere şenlik! TV dizilerinden yada fıkralardan duymaya alışık olduğumuz türden, benim çoğunlukla ''karikatürize'' edildiğini düşündüğüm bir şive söz konusu! Fıkralardaki Laz tiplemeleri meğerse gerçekmiş!

Pazar'da inip sahil yolunda Trabzon yönüne giden otobüsleri beklemeye koyuluyoruz. Çok fazla bekletmeden geliyor otobüs ve Of istikametine doğru yol alıyoruz. yollarda yine solumuzda kalan yamaçlar çay tarlaları, sağımızda ise uçsuz bucaksız Karadeniz.

Of'ta inip sora sora Uzungöl minibüslerini buluyoruz ve yine hiç beklemeden yoldayız. Bu indi-bindilerde her seferinde 8-9 TL civarı bir ücret veriyoruz. Eğer kendi arabanız varsa ya da araba kiralayabilirseniz tüm bu yolculuklar daha rahat ve hesaplı olabilir. Ancak iyi bir sürücü şart, çünkü özellikle yayla yolları fazlasıyla yılankavi!

Uzungöl yolu da tipik Karadeniz bölgesi görüntüleriyle çabucak bitiyor, ve sonunda Uzungöl'e varıyoruz.


Hava yağmurlu ve serin, biz kahvaltıyla duruyoruz, açız. İlk iş kendimize göl manzaralı bir restoran bakınıyoruz ve merdivenlerle çıkılan ve gölü tepeden gören İnci Restoran'da karar kılıyoruz. 


                                           
Balıklarımızı yiyip biraz dinlendikten sonra göl gezintisine başlıyoruz. Göl çevresindeki otel ve restoranlarda çok yoğun bir Arap turist yoğunluğu gözleniyor.





Çok sevimli ve huzur verici bir yer. Ama Ayder gibi sakin değil, bu yüzden kalınmasından ziyade günü birlik gezilmesini tavsiye edebileceğim bir mekan. Dönüş yolunda ise Of aktarmalı değil de direk Trabzon'a giden bir otobüs bulmamız bizi mutlu ediyor, çünkü hava yağmurlu, Of'da ne kadar bekleneceği belirsiz. İstikamet Trabzon!


19 Temmuz 2013 Cuma

Karadeniz Turu: Ayder Yaylası

Karadeniz Turumuz devam ediyor...Karagöl'ü gezdikten sonra, taksicimiz bizi getirip Borçka Terminal'ine bırakıyor. Bırakırken de otobüs firmasının yetkilisine bizi ''emanet'' edip gidiyor. Borçka'dan bindiğimiz otobüsle Karadeniz sahil yoluna çıkıp Rize üzeri gidiyoruz ve Pazar'da iniyoruz. Artık Rize il sınırında olduğumuzdan yol boyunca tüm yamaçlar çay bahçeleriyle kaplı. Karadeniz'de düz arazi bulmak pek mümkün olmadığından bahçeler hep denize bakan yamaçlarda.

Pazar'da tekrar bir minibüse biniyoruz ve güzeller güzeli Fırtına Vadisi boyunca ilerleyip, Çamlıhemşin'den de geçerek Ayder yaylasına ulaşıyoruz.





Önceden rezervasyon yaptırdığımız Ahşap Otel'i bulup yerleşiyoruz. Otel gerçekten de adına uygun bir şekilde komple ahşaptan yapılmış ve odamızın manzarası muhteşem....




Yerleşir yerleşmez yürüyüşe çıkıyoruz, muhteşem bir doğa, her yerden çağlayan şelaleler ve tertemiz bir hava... İnce ince bir yağmur yağıyor, ama insanı rahatsız eden cinsten değil...






Ayder için söyleyecek söz bulamıyorum doğrusu! Anlatılmaz, yaşanır! Eğer bir Doğu Karadeniz turu yaparsanız, muhakkak bir gece kalın derim. Bu muhteşem doğa içinde, şelalelerin sesini duyarak uyumak öyle huzur verici ki! 

Yemek mevzusuna gelince... Genelde yöresel tatları denemeye çalıştık. İlk günümüzde öğle yemeğini Eski Ev Kafe'de yedik. Bir aile tarafından işletilen sevimli bir yer. Fiyatlar makul... Karadeniz'İn kuru fasulyesi çok meşhurdur, bu yüzden genelde her gittiğimiz yerde mutlaka bir tabak istedik. Ayrıca leziz bir saç kavurma ve üstüne (tatlı olarak!) Laz Böreği...






Ben önüme gelene kadar, Laz Böreğinin bildiğimiz tarzda bir tür ''börek'' olduğunu sanıyordum. Meğerse tatlıymış!
Ama mutlaka denenmeli, çok farklı bir lezzet.

Gece otelimizde yemek sonrası gelen TulumUstası'nı dinledik ve diğer gruplarla birlikte horona katıldık. Çok eğlenceliydi...:)

Ertesi gün ise yaylanın yürüyüş parkurunu keşfettik ve ormanın içlerine ve ordan da dağa doğru tırmanan bir patikada yürüyüş yaptık...






Ayder Yaylası gerçekten görülmeye değer bir doğa harikası, insana huzur veriyor, ruhunu dinlendiriyor...Kalabalıktan uzak, sessiz ve sakin bir ortam arayanlar için çok uygun bir ortam. Yemekler lezzetli, insanlar yardımsever, doğa insanın gözünü kamaştıracak kadar güzel. Bir iki gece kaldık ve her sabah çok mutlu ve dinç uyandık. Herkese tavsiye olunur...