27 Temmuz 2013 Cumartesi

KARADENİZ TURU,SON DURAK: TRABZON

Doğu Karadeniz turumuzda en son Uzungöl'ü gezip, oradan da Trabzon'a direk araç bulmanın sevinciyle yola koyulmuştuk. Yanlış hatırlamıyorsam Uzungöl-Trabzon arası 15 TL idi.

Trabzon'da daha önceden Öğretmen evinde yer ayırttırmıştık. Öğretmen evinin yeri çok güzel ve merkezi. Trafiğe kapalı bir alışveriş caddesi olan Uzun Yol'un üzerinde. Merkezdeki her yere yürüme mesafesinde. 
Kahvaltı dahil geceliği 30 TL ye kaldık.

Ertesi gün Sümela Manastırı'na gitmeyi planlıyorduk, sorup soruşturduk ve Trabzon merkezden hergün Sümela'ya günübirlik turlar düzenlendiğini öğrendik. 

Merkezde, meydana yakın pek  çok tur şirketi var. Biz ilk gözümüze çarpan şirket olan Ulusoy'a girdik ve Sümela, Zigana Geçidi ve Karaca Mağarası'nı kapsayan bir turda karar kıldık ve kişi başı 35 TL ödeyerek yerlerimizi ayırttık.

Ertesi gün saat sabah 9'da minibüsle yola koyulduk. Yol boyunca yine göz alabildiğine uzanan ormanların arasından geçerek Maçka'ya, oradan da Sümela Manastırı'na doğru yol aldık. Yaklaşık bir saat süren yolculuktan sonra aşağıdan manastırın göründüğü yerde durduk ve fotoğraf çektik. 


Ardından tekrar yola koyulduk, minibüs bizi manastırın biraz aşağısında bıraktı, bundan sonrasına yürüyerek devam ettik. 


Manastıra doğru tırmanan patika yol boyunca yemyeşil bir vadiyi ve yüksek dağları izleme şansınız oldu.










Manastır dağın içine oyularak 365-395 tarihlerinde yapılan ilk kısımlar ve 19. yüzyılda sonradan eklenen diğer kısımlardan oluşuyor. Kapadokya yöresinde sıkça rastlanan bir tarzda yapılmış. Kilisenin içi ise değişik fresklerle kaplı. 

Manastırı gezdikten sonra, geldiğimiz patikadan geri dönüp minibüsümüze biniyoruz ve Zigana'ya doğru yola koyulduk. 

Zigana geçidi, anlatılmaz yaşanır! Hani coğrafya derslerinde hep anlatılır ya: ''Karadeniz Bölgesinde dağlar denize paralel uzandığı için, denizin ılıman etkisinin iç bölgelere geçmesini engeller'' diye. İşte bu durumu bizzat yaşıyorsunuz. Zİgana Geçidi'ne varana kadar tipik bir Karadeniz havasıyla yol alıyorduk. Soğuk, nemli ve dağlara, ve hatta yola, sis çökmüş vaziyetteydi. Heryer göz alabildiğine yeşil ve güneşin esamesi okunmuyordu...


Zigana'dan önce....



Zigana'dan hemen sonra...
Zigana'yı geçer geçmez yaz güneşi ve masmavi bir gökyüzü bizi karşıladı, biraz yol aldıktan sonra ormanlar seyrekleşmeye, bitki örtüsü kıraçlaşmaya başladı. 

Zigana'yı geçtikten sonra, Gümüşhane yakınlarındaki Karaca Mağarası'na doğru yola koyulduk. Ne yalan söyleyeyim, ilk başlarda o güzelim yeşilliği bırakıp neden İç Anadolu bozkırına doğru yol aldığımızı pek anlayamadım, ama mağarayı görünce fikrim değişti...



Sarkıtlar ve dikitler göz alıcı...Aslında fotoğraf çekmek yasaktı ama cep telefonumla flaşsız olarak birkaç tane çekebildim yinede... Oldukça büyük ve güzel bir mağara, bu taraflara yolunuz düşerse eğer, görülmeye değer...

Mağaradan ayrılıp tekrar Zİgana'ya doğru yol aldık. Tüneli geçer geçmez yeniden bir iklim değişimi yaşadık. 

Tüneli geçtikten sonra sıra fırın sütlaçıyla ünlü Hamsi Köy'de . Kıvrıla kıvrıla dağları tırmanan dar bir yol...Dağlara sis çökmüş, görüş mesafesi birkaç metreden fazla değil...Aşağısı muhtemelen uçurum ve fakat görmek mümkün değil!


Köye varınca, Niyazi Usta'nın yerine oturduk, hava bildiğin buz gibi... Bir sütlaç fanı olmayan ben, bu fırın sütlaça bayıldım! Tek kelimeyle enfes! Kesinlikle tadılmalı...

Sütlaçlarımızı yedikten sonra tekrar yola koyulup Maçka üzerinden Trabzon'a vardık. Uzun Yol'da, Öğretmen Evi'nin karşısında ev yemekleri yapan bir yerde akşam yemeğimizi yiyip, merkezde biraz dolaştıktan sonra yorgun bir şekilde dinlenmeye gittik. 

Şehirdeki ikinci günümüzde kahvaltıdan sonra biraz meydandaki çay bahçesinde vakit geçirdik. Ardından sora sora bulduğumuz minibüslere binerek, Soğuksu semtindeki Atatürk Köşkü'ne ulaştık.

Köşk Trabzon'lu bir Rum olan Konstantin Kabayanidis tarafından 1890'da yazlık köşk olarak yaptırılmış.Mübadele sonrasında gayrımüslim taşınmazları devlete geçince Trabzon'a ait bir kamu binası olmuş. Atatürk'ün 1924'te şehre yaptığı bir gezi sırasından köşkü görmesi ve çok beğenmesi üzerine konak Atatürk'e armağan edilmiş.


Yemyeşil bir koruluğun ortasında, pamuk beyazı, şirin mi şirin bir köşk, bahçe tasarımı da oldukça güzel...

Köşk gezisinin ardından tekrar minibüsle merkeze dönüp Öğretmen evinden eşyalarımızı toparladık ve Karadeniz Teknik Üniversitesi kampüsünün karşısında, deniz kenarındaki havaalanına gittik ve güzel bir Doğu Karadeniz gezisi yapmış olmanın keyfi içinde, Karadeniz'e el sallayarak bu güzel şehirden ayrıldık...


22 Temmuz 2013 Pazartesi

BAŞKALDIRAN KURŞUnKALEM

Ferhan Şensoy'un  ilk gençlik, Galatasaray ve Akademi yıllarını anlattığı ''Kalemimin Sapını Gülle Donattım''   adlı kitabının devamı niteliğinde olan ve akademiden sonra gittiği Kanada'dan dönüşüyle başlayan ''Başkaldıran Kurşun kalem''  yine beni hayal kırıklığına uğratmadı. Ustanın büyük bir hayranı olarak, Türkçe'yi kullanış biçimine, yaptığı kelime oyunlarına ve üslubuna bir kere daha hayran oldum ve 540 sayfalık kitabı 2-3 gün içinde bir çırpıda okuyup bitirdim. Özellikle 60 ve 70'li yılların tiyatro camiasına, yeni yeni kendini gösteren tek kanallı televizyona, yıllarca filmlerde yan rollerde izlediğimiz tiyatrocuların meşakkatli yaşamlarına tanıklık ediyor ve Şensoy'un kendi tiyatrosunu kurmak için çırpınırken bir yandan da TRT ye diziler, Devekuşu Kabare Tiyatrosu'na skeçler ve Ali Poyrazoğlu Tiyatrosuna oyunlar yazarken, ilk romanı ''Kazancı Yokuşu'' nu İstiklal Caddesi'nin tüm kitapçılarında arayıp da bulamazken görüyoruz. Aralarda yine az da olsa Çarşamba-Ünye yıllarına dönüşler yapıyoruz. Büyük hayranı olduğu Turgut Uyar'ı bir barda görüp, yanına gitmeye cesaret edemeyen toy delikanlıdan Türk tiyatrosunun büyük üstadına devşirmesine tanıklık ediyoruz. Bir de tabii tüm kitap boyunca kafayı kurcalayan bir soru: Kim bu Gizem Kız?

Karadeniz Turu: Uzun Göl

Ayder Yaylası'ndaki iki güzel günden sonra sırt çantalarımızı tekrar toparlayıp Pazar'a doğru yola koyuluyoruz. Yolda minibüse binenler ve inenler oluyor, ortamdaki tek turistik tipler biziz. Bizim dışımızdakiler ''yerel halk''. Konuşmalar evlere şenlik! TV dizilerinden yada fıkralardan duymaya alışık olduğumuz türden, benim çoğunlukla ''karikatürize'' edildiğini düşündüğüm bir şive söz konusu! Fıkralardaki Laz tiplemeleri meğerse gerçekmiş!

Pazar'da inip sahil yolunda Trabzon yönüne giden otobüsleri beklemeye koyuluyoruz. Çok fazla bekletmeden geliyor otobüs ve Of istikametine doğru yol alıyoruz. yollarda yine solumuzda kalan yamaçlar çay tarlaları, sağımızda ise uçsuz bucaksız Karadeniz.

Of'ta inip sora sora Uzungöl minibüslerini buluyoruz ve yine hiç beklemeden yoldayız. Bu indi-bindilerde her seferinde 8-9 TL civarı bir ücret veriyoruz. Eğer kendi arabanız varsa ya da araba kiralayabilirseniz tüm bu yolculuklar daha rahat ve hesaplı olabilir. Ancak iyi bir sürücü şart, çünkü özellikle yayla yolları fazlasıyla yılankavi!

Uzungöl yolu da tipik Karadeniz bölgesi görüntüleriyle çabucak bitiyor, ve sonunda Uzungöl'e varıyoruz.


Hava yağmurlu ve serin, biz kahvaltıyla duruyoruz, açız. İlk iş kendimize göl manzaralı bir restoran bakınıyoruz ve merdivenlerle çıkılan ve gölü tepeden gören İnci Restoran'da karar kılıyoruz. 


                                           
Balıklarımızı yiyip biraz dinlendikten sonra göl gezintisine başlıyoruz. Göl çevresindeki otel ve restoranlarda çok yoğun bir Arap turist yoğunluğu gözleniyor.





Çok sevimli ve huzur verici bir yer. Ama Ayder gibi sakin değil, bu yüzden kalınmasından ziyade günü birlik gezilmesini tavsiye edebileceğim bir mekan. Dönüş yolunda ise Of aktarmalı değil de direk Trabzon'a giden bir otobüs bulmamız bizi mutlu ediyor, çünkü hava yağmurlu, Of'da ne kadar bekleneceği belirsiz. İstikamet Trabzon!


19 Temmuz 2013 Cuma

Karadeniz Turu: Ayder Yaylası

Karadeniz Turumuz devam ediyor...Karagöl'ü gezdikten sonra, taksicimiz bizi getirip Borçka Terminal'ine bırakıyor. Bırakırken de otobüs firmasının yetkilisine bizi ''emanet'' edip gidiyor. Borçka'dan bindiğimiz otobüsle Karadeniz sahil yoluna çıkıp Rize üzeri gidiyoruz ve Pazar'da iniyoruz. Artık Rize il sınırında olduğumuzdan yol boyunca tüm yamaçlar çay bahçeleriyle kaplı. Karadeniz'de düz arazi bulmak pek mümkün olmadığından bahçeler hep denize bakan yamaçlarda.

Pazar'da tekrar bir minibüse biniyoruz ve güzeller güzeli Fırtına Vadisi boyunca ilerleyip, Çamlıhemşin'den de geçerek Ayder yaylasına ulaşıyoruz.





Önceden rezervasyon yaptırdığımız Ahşap Otel'i bulup yerleşiyoruz. Otel gerçekten de adına uygun bir şekilde komple ahşaptan yapılmış ve odamızın manzarası muhteşem....




Yerleşir yerleşmez yürüyüşe çıkıyoruz, muhteşem bir doğa, her yerden çağlayan şelaleler ve tertemiz bir hava... İnce ince bir yağmur yağıyor, ama insanı rahatsız eden cinsten değil...






Ayder için söyleyecek söz bulamıyorum doğrusu! Anlatılmaz, yaşanır! Eğer bir Doğu Karadeniz turu yaparsanız, muhakkak bir gece kalın derim. Bu muhteşem doğa içinde, şelalelerin sesini duyarak uyumak öyle huzur verici ki! 

Yemek mevzusuna gelince... Genelde yöresel tatları denemeye çalıştık. İlk günümüzde öğle yemeğini Eski Ev Kafe'de yedik. Bir aile tarafından işletilen sevimli bir yer. Fiyatlar makul... Karadeniz'İn kuru fasulyesi çok meşhurdur, bu yüzden genelde her gittiğimiz yerde mutlaka bir tabak istedik. Ayrıca leziz bir saç kavurma ve üstüne (tatlı olarak!) Laz Böreği...






Ben önüme gelene kadar, Laz Böreğinin bildiğimiz tarzda bir tür ''börek'' olduğunu sanıyordum. Meğerse tatlıymış!
Ama mutlaka denenmeli, çok farklı bir lezzet.

Gece otelimizde yemek sonrası gelen TulumUstası'nı dinledik ve diğer gruplarla birlikte horona katıldık. Çok eğlenceliydi...:)

Ertesi gün ise yaylanın yürüyüş parkurunu keşfettik ve ormanın içlerine ve ordan da dağa doğru tırmanan bir patikada yürüyüş yaptık...






Ayder Yaylası gerçekten görülmeye değer bir doğa harikası, insana huzur veriyor, ruhunu dinlendiriyor...Kalabalıktan uzak, sessiz ve sakin bir ortam arayanlar için çok uygun bir ortam. Yemekler lezzetli, insanlar yardımsever, doğa insanın gözünü kamaştıracak kadar güzel. Bir iki gece kaldık ve her sabah çok mutlu ve dinç uyandık. Herkese tavsiye olunur...


10 Temmuz 2013 Çarşamba

Karadeniz Turu: Borçka- Karagöl

Batum ve Kobuleti'de geçirdiğimiz eğlenceli hafta sonundan sonra Batum'dan bindiğimiz bir otobüsle sınırı geçtik ve yurda döndük. Otobüsten Hopa'da indik ve küçük ilçede hızlı bir tur attıktan sonra bir balıkçıda öğle yemeğimizi yedik. Sonrasında daha fazla oyalanacak birşey bulamadığımızdan Artvin'e doğru yola çıktık. Hopa-Artvin arası sürekli minibüsler çalışıyor ve ücret 15TL.
Artvin oldukça şaşırtıcı bir kentti benim için, bir kere tek bir düz alan, geniş bir şehir meydanı bulmak mümkün değil,şehir dik yamaçlara dağınık halde kurulmuş, şehir merkezine ulaşabilmek için uzun ve kıvrımlı yokuşları tırmanmanız gerekiyor. Amacınız gezmekse, Artvin'de ilginizi çekecek pek birşey bulacağınızı sanmıyorum, 25.000 nüfuslu, ortalama bir ilçe boyutlarında olan bir şehir. Bizim burda konaklamamızın sebebi ise ertesi gün çok methini duyduğumuz Borçka'daki Karagöl'ü görmekti.

Bu yüzden sabah erkenden kalktık ve sora sora Borçka minibüslerini bulduk. 8 TL ye Borçka'ya ulaştık. Biz oradan tekrar minibüs bulmayı umuyorduk ama meğerse sadece gruplar için minibüs kalkıyormuş, biz sadece iki kişi olduğumuzdan bize ancak taksiyle yukarıya çıkabileceğimizi ve taksinin de 70 tl olduğu söylendi, mecburen kabul ettik çünkü oraya gelmişken Karagöl'ü görmeden dönmek olmazdı.

Şansımıza taksi şoförümüz çok ilgili ve şeker bir insandı ve bizimle uzun uzun sohbet etti. İlk olarak kahvaltı yapmak istediğimizi söyledik ve bizi yol kenarında, bir derenin kenarında salaş bir yere götürdü ve güzel bir köy kahvaltısı yaptık.

Kahvaltının ardından tekrar yola koyulduk ve göz alabildiğine uzanan yemyeşil ormanların arasından, kıvrıla kıvrıla tırmanan yolda ilerlemeye başladık. 



En sonunda Karagöl'e vardığımızda muhteşem bir göl manzarası bizi karşıladı. 







Göl, etrafında tur atılabilecek büyüklükte...Etrafı çok yoğun bir yeşillikle kaplı, hava haziran sonu olmasına rağmen serin ve kapalı. Bu da gölün rengini koyu yeşil hatta siyah gibi gösteriyor. Adı da buradan geliyor tabii ki. Göl çevresinde tek bir yapı bile yok. Bu da doğal güzelliği kesintiye uğramadan doya doya izlemenizi sağlıyor. Tabii bu aynı zamanda göl çevresinde yemek yemek ya da konaklamak mümkün değil demek. Bizim taksici daha da yukarılarda bir ahşap binayı göstererek orada konaklanabileceğini söyledi. Yaklaşık gölün 7-8 km daha yukarısında bir yer ve taksicinin söylediğine göre göle tamamen hakim bir manzarası varmış. 

Gölün çevresini gezdikten sonra tekrar taksiye biniyoruz ve bizi Borçka'ya geri götürüyor, buradan da Trabzon arabalarına binerek Ayder Yaylası'na doğru yola çıkıyoruz. 

7 Temmuz 2013 Pazar

Doğu Karadeniz Turu: Batum

Batum'a Karadeniz sahil yolunu takip ederek ulaşırsanız eğer, sizi büyük bir şaşkınlık içinde bırakabilir. Çünkü Karadeniz boyunca şehirlerde 3-5 tane evi yan yana inşa edecek kadar bile düz alan bulamazken,düz bir ovayla karşı karşıya geliyorsunuz.
Biz İzmir'den yola çıktığımız için hava yoluyla ulaşımı tercih ettik ve İstanbul aktarmalı olarak Pegasus Hava yollarıyla Batum Havaalanına indik. Batum ve Hopa aynı havaalanını kullanıyor, bu yüzden Gürcistan'a gidecek olanlarla Türkiye'ye geçiş yapacak olanlar ayrı kapılardan alınıyor.

Biz Batum'un içinde değil de yaklaşık 25-30 km uzağındaki bir tatil kasabası olan Kobuleti'de kaldık. Fiyatlar Batum'dan çok daha uygundu ve şehir ortamından uzakta tatil yapma imkanı yakaladık.




Kobuleti'de plaj keyfi yaptıktan sonra da Batum'a gezmeye gittik. 
Ben şahsen Batum'u çok beğendim, bizim Karadeniz sahil şeridinde böylesine güzel, düzenli ve temiz şehir yok bence. 


Kobuleti'den Batum'a doğru gelirken deniz kenarındaki şehrin hoş silüeti sizi karşılıyor. 



Resimde solda görülen küre şeklindeki anıt Gürcü Alfabesi anıtı ve üzerinde spiral şeklinde aşağıya doğru Gürcü harflerini görebiliyorsunuz. 







Şehirde modern mimarinin şık örnekleriyle karşılaşmak mümkün...



Sahilden denizi izleyen bu güzel heykel ise  Kurban Said'in 'Ali ve Nino, Bir Aşk Hikâyesi' isimli romanından esinlenilerek yapılmış. Romanda,  Azeri delikanlı Ali ile Gürcü genç kız Nino'nun aşk hikayesi anlatılıyor.



Şehrin biraz dışında, Kobuleti ile Batum arasında kalan Botanik Parkı inanılma genişliği ve bitki çeşitliliğiyle görülmeye değer. Giriş kişi başı 8 Lari, ancak akşam üzeri ya da serin bir havada gezmenizi tavsiye ederim, çünkü sürekli yokuş çıkıyorsunuz ve hava sıcaksa bir süre sonra iflahınız kesiliyor. 


Gelelim Gürcü mutfağına; beni bilenler bilir, yeme içmeye pek düşkün bir insan değilimdir fakat gittiğim ülkelerde farklı tatlar denemeyi çok severim. Geçtiğimiz sonbaharda Tiflis'e yaptığım yolculukta Gürcü mutfağını ucundan kıyısından test etme şansını bulmuş ve gerçekten çok sevmiştim. Bu yüzden yine elimden geldiğince farklı lezzetler denemeye gayret ettim. 



Resimde gördüğünüz Gürcü'lerin baş atıştırmalığı olan ''Haçapuri'' Türkçe'si : Peynir-ekmek. Bu gördüğünüz yumurtalı versiyonu, bir de bizim gözlemeyi andıran kapalı ve yumurtasız versiyonu var ki sanırım daha yaygın.


Sert biradan hoşlananlardansanız yerel birayı çok hafif bulabilirsiniz ama Gürcü birası benim damak zevkime çok uygundu.


Bu yemeğin adını bilmiyorum ama sığır etini lorumsu bir tür peynirle ve çeşitli sebzelerle soslayarak yapılıyor ve tek kelimeyle nefis bir tadı var, yemeye doyamıyorsunuz. 


Tabii ki bir Gürcistan klasiği, bence Gürcistan'dan Khinkali yemeden dönmek, Kayseri'ya gidip mantı yemeden dönmeye benzer. Tek kelimeyle harika, mantıya benziyor ama çok daha büyük porsiyonlar halinde yapılıyor. Elle yemeniz tavsiye olunur, zira çatal bıçak kullanırsanız en lezzetli kısmı olan içerisindeki suyu tabağa akıtabiliyorsunuz. 

Gürcistan'ın para birimi Lari. TL den biraz daha değerli bir para birimi, yaklaşık 1TL 0.8 Lari'ye karşılık geliyor, yanınıza döviz almanız şart değil, her yerde TL değiştirebiliyorsunuz. Çoğu insan çat pat Türkçe biliyor, onun dışında İngilizce bilenini bulmak oldukça zor, çoğunluk 2. dil olarak Rusça konuşuyor. Batum'un içinde bir ''Türk Sokağı'' var, berberinden lokantasına pek çok tanıdık türde dükkan görmek mümkün. 

Batum'dan tekrar Türkiye'ye dönmek ise çok kolay, sürekli olarak terminalden Türkiye yönüne otobüsler kalkıyor. Doğu Karadeniz'e yolunuz düşerse Batum'u görmeden gelmeyin derim...