8 Kasım 2012 Perşembe

Tiflis

Tüm yolculuklarını ülkenin batısına gerçekleştirmiş biri olarak, doğuya gitmek (oryantalizme kaçsa da) ilginç bir tecrübeydi benim için. Bir kere şunu söyleyebilirim ki, burnumuzun dibinde keşfedilmeyi bekleyen, ve giriş çıkışı en kolay yapabildiğimiz (TC nüfus cüzdanı yeterli oluyor) ülke Gürcistan. Üstelik havaalanında pasaport kontrolünden geçerken, herkese birer küçük şişe Gürcü şarabı hediye edildi...:)





İmparatorluk Rusya'sı zamanında Erivan meydanı, Sovyet Rusyası zamanında Lenin meydanı olarak anılan Özgürlük Meydanı, şehrin en büyük meydanlarından biri olup, ''Eski Şehir'' bölgesinde yer almakta ve şehrin -bence- en görülesi bölgesi...




Old Town (Eski Şehir) bölgesinde yaptığımız bir gece yürüyüşünün ardından leziz Gürcü yemeklerinden tatmak üzere bir restorana oturuyoruz.


Açılışı- tabii ki- meşhur Khinkali ile yapıyoruz. Aslında bildiğimiz mantının epey bir büyük, bohça hali. İlk başta ''bu kadar büyük mantı olur mu?'' ön yargısıyla başladım yemeye, ama inanılmaz lezzetli...


Ardından ''adjika'' lı (bildiğimiz acıka) dana pirzola...Zehir gibi acı, bir o kadar da lezzetli....


Yanına peynirli mantar...Bilmediğimiz bir tat değil, ama yine diğer yemekler kadar iyi hazırlanmış ve lezizdi. Sanırım iş peynirin kalitesinde...Tabii ki tüm bunlara güzel bir Gürcü şarabı eşlik etmekte...



 Ertesi sabah şehir turumuza devam ettik... Bu kez şehrin yeni bölgesine doğru uzandık.






Tiflis benim beklediğimden çok daha güzel ve etkileyici bir şehir. Geniş bulvarlar, gösterişli yapılar ve şık bir havası var.

Duvarlar ise, heryerde görmeye alışık olduğımız türden...






...Ve bariz bir Rusya düşmanlığı heryerde göze çarpmakta...




Türkiye ile alakalı şeyleri ise -marketler, restoranlar ve Türk malı ürünler- her yerde görmek mümkün...
Gürcistan gerçekten de görülmeye değer, gitmesi kolay ve bütçenizi sarsmayacak ucuzlukta bir ülke. Bundan sonraki Gürcistan durağım ise muhtemelen Batum olacak...

1 Kasım 2012 Perşembe

MATERA...Yeniden...

Napoli'den kiraladığımız arabayla, yaklaşık üç saatte Salerno ve Potenza üzerinden Matera'ya vardık. Palace Hotel'e yerleşip, (4 yıldızlı ve gayet makul fiyatlara sahip güzel bir otel) dinlendikten sonra ertesi gün Matera gezimize başladık.




Matera'nın SASSI bölgesi UNESCO dünya mirası listesinde yer alan ve dünyada en uzun süreli kullanılan yerleşim alanı. Çünkü günümüzde bile hala kullanılmakta. SASSI bölgesi genel olarak iki kısımdan oluşuyor: SASSO Caveoso ve SASSO Barisano. Caveoso kelimesinden de anlaşılacağı gibi kayalara oyulmuş mağara-evlerden oluşuyor bu bölge. Barisano ise bu oyuklardan çıkartılan hafriyatla yapılan, yarı mağara yarı ev yerleşim birimlerinden meydana geliyor. Dışarıda gördüğü herşeyi kendi ülkesiyle kıyaslayan yurdum insanı gibi davranıp diyebilirim ki, Kapadokya-Mardin karışımı bir görüntüye sahip...




1950'li yıllara kadar Matera nüfusunun yarısından fazlası SASSI bölgesinde büyük bir yoksulluk içinde yaşıyormuş. Bebek ölümlerinin oranı % 50 civarıymış. Bölgeye sürgüne gönderilen yahudi yazar-doktor-ressam Carlo Levi, bölgenin yoksulluğundan dehşete kapılmış ve ''Christ Stopped at Eboli'' adlı kitabında bu durumdan bahsetmiş ve tüm ülkenin dikkatini bir anda bölgeye yönlendirmiş. 50'lerin sonunda burada yaşayanlar devlet tarafından yapılan konutlara yerleştirilmiş ve 1983 de blge UNESCO dünya mirası listesine alınmış.
Basilicata bölgesinin kendine has bir kültürü var. Her ne kadar ''kuzeyliler'' burun kıvırsa da, ''güneyli'' doğallığı kısa sürede sizi içine çekiveriyor.
Daha önceki Matera yazımda bahsettiğim birbirinden leziz yemekler yine bizi kendimizden geçirdi elbette...İtalya'ya gitmenin en güzel yanı, bir kere yediğiniz yemeği tekrar yemeye fırsat bulamayacak kadar çok çeşit içeren bir mutfak kültürünün olması. Makarna konusunu hiç açmıyorum zaten...