27 Haziran 2011 Pazartesi

Indianapolis Çocuk Müzesi

Bugüne kadar gittiğim en eğlenceli müze gezisiydi sanırım. Çocuklar, oyuncaklar, birbirinden ilginç bölümler ve etkileyici bir tiyatro performansı... Çocuk müzesinde hepsini bir arada bulmak mümkün. İçeri adım attığınız anda ''Şimdi çocuk olmak vardı'' diyorsunuz ama yetişkin olarak da inanılmaz keyif alınıyor müzeden.

 Müzenin girişinde zaten içeride neler olabileceğinin işaretlerini alıyorsunuz aslında. Kapıda sizi kafası müzeden içeriye dalmış iki dinazor karşılıyor. Biri dev boyutlarda diğeri henüz yavru, resimde sadece kuyruğu görünüyor...
 İçeriye adım atar atmaz ünlü ''Transformers'' filminde de kullanılmış olan dev robotla burun buruna geliyorsunuz...
 Arkeoloji kısmı belkide en eğlenceli bölümlerden biri...Gİrişte ''İndiana Jones'' serisinde Harison Ford'un kullandığı şapka ve kamçıyı görmek mümkün.

Çin'İn Xi'an bölgesinde bulunan binlerce asker heykelinden birkaçının kopyaları...




Dev kutup ayısı ve ayak izi...






Anna Frank'ın hüzünlü hikayesi....

 Dev dinazorlardan sadece birisi....

...ve yumrtaları...

Tabii ki Barbie'ler...

Müzenin en güzel yanı, ziyaretçilerin hemen hemen herşeye dokunabiliyor olmaları. Mesela Barbie bölümünde çocuklar kumaşlardan elbise tasarlayıp kendilerine ya da bebeklere elbiseler giydirebiliyor ve onlarla oynuyorlardı. Arkeoloji kısmı zaten tamamen interaktif. Puzzle'lar, bilmeceler, oyunlar... Bilimle ilgili olan bölümde çocuklar herşeye dokunup inceliyorlar. Müze gerçek anlamda öğretici ve inanılmaz derecede eğlenceli....Keşke bizde de bu tarz eğlenirken öğreten müzler olsa...

24 Haziran 2011 Cuma

Yeni Dünyaya ''Rezil'' bir Yolculuk...


Yaz eğitimi amaçlı Indiana Universitesindeyim üç gündür. Şu anda herşey harika ama başlangıç böyle olmadı ne yazık ki...Hayatımda ilk kez bu kadar uzun bir yolculuk yapacağım için çok heyecanlı ve biraz da tedirgindim doğrusu...Toplamda-teorik olarak-20 saat sürecekti ve bu kadar uzun bir yolculukta insanın başına her türlü aksilik gelebilirdi ve tüm olasılıklar da bir bir geldi zaten...
Uçak cumartesi sabahı 08:15 de kalkacaktı ve ben 6:30 gibi havaalanında olmayı planlıyordum. Bu yüzden de tedirgin ve uykusuz bir gece geçirdim yolculuk stresiyle...Neyseki işin İzmir kısmında hiçbir aksilik olmadı. Eğitime birlikte katılacağım arkadaşlarımla buluştuk, İş bankasının lounge'unda huzur içinde kahvaltımızı yaptık...O sırada hayat gözüme çok güzel görünüyordu elbette, başına geleceklerden habersiz bir sevgi kelebeği gibi...
İlk aktarma Münih'deydi ve toplam üç saatlik bir beklememiz vardı.Bu zamanı havaalanında dolaşıp belki birşeyler içerek geçirmeyi planlıyorduk ki, İstanbul'dan aktarma yapıp bizimle Münih'te buluşacak olan Leman'la karşılaştık ve bize kötü haberi verdi: Uçağımız iptal edilmişti!(United Airlines) Ben şahsen, ilk önce söylenen şeyi algılayamadım. Nasıl yani, rötar mı vardı, birkaç saat daha mı bekleyecektik? Ama hayır, uçak tamamen iptal olmuştu ve ertesi günkü uçakta bizim için yer olup olmadığı da belirsizdi. Lufthansa'nın önündeki uzun kuyruğa eklenip 3 saat kadar bekledikten sonra cevabımızı aldık.(Tüm bu zamanda bizimle Münih'e uçtuğumuz şirket olan Lufthansa ilgilendi. United hiç muhattap olmadı!) Uçakta son kalan beş yeri bize verdiler ama ertesi güne dek beklememiz gerekecekti. Bizdeki afallamayı görünce üzülmememizi, bize 4 yıldızlı bir otelden yer ayırttıklarını, hiçbir ücret ödemeden gidip kalabileceğimizi söylediler. Ve fakat, bizim Shengen Vizemiz yok!Almanlar ise bu konuda takıntılı denecek kadar titizler...Sonuç olarak, yeşil pasaportu olan arkadaşımız gidip otelin konforlu yataklarında dinlenirken, biz havaalanının tek bir katında sıkışıp kaldık. Düşünün, alt kata inmeye bile izin yok!Bir günlük lüks bir hapishane!


                              Dünyanın en kötü Star Aliance üyesi havayolu!


Neyseki canımız kanımız Lufthansa bize yemek için fiş, uyumamız için battaniye ve yastık ve birde diş fırçası ve macun verdi! Artık bir saatten sonra Lufthansa çalışanlarıyla kanka gibi olduk. Birimiz gidip su istiyor, birimiz gidip ekstra battaniye istiyor, biri gidip bilgi alıyor falan... Havaalanının nispeten kuytu ve sessiz bir yerini mekan tuttuk, her birimiz bir sıraya yayıldık...Arada bir birimiz kalkıp ortalığı dolaşıyor, yiyecek bişeyler alıyor ya da yeni bir haber var mı diye Lufthansa'ya gidiyordu, bu yüzden çalışanlar bir süre sonra tanır hale geldiler.
Geceyi koltuklarda uyumaya çalışarak geçirdikten sonra yine Lufthansa'nın verdiği yemek fişiyle kahvaltımızı yapıp 12:35 deki uçağı beklemeye koyulduk...




En  nihayetinde uçağa binmeyi başardık. Herbirimiz ayrı koltuklarda, bize verilen yastıklara gömülüp uyumaya çalıştık, çünkü uykusuzluktan ölüyorduk.Biraz uyku, biraz yemek biraz film derken, dokuz saate yakın süren yolculuk sonunda Chicago'ya ulaştık, ve fakat çilemiz henüz dolmamış! Herkese mühürü basıp gönderen gümrük memuru niyeyse bizim gruptan kıllandı ve bizi bir kenarda beklememiz için alıkoydu, pasaportlarımızı da bir görevliye verdi. Bir süre sonra bizi gümrük ofisi gibi bir yere aldılar ve bir süre de orda bekledik. En nihayetinde çıktık çıkmasına ama, bu kez de valizlerimiz yoktu ortalıkta! Biz gümrükte oyalanırken bizim uçağın tüm yolcuları valizlerini alıp gitmiş ve bizim valiz bandı kapanmıştı. Üstelik Chicago öyle kaotik bir havaalanı ki, kimsenin birbirinden haberi yok! Valizler allaha emanet yani.
Neyse, bir görevli bizi valizlerin bir şekilde elimize ulaşacağı konusunda ikna etti. Öyle yorgunduk ki, tartışacak araştıracak gücümüz bile kalmamıştı. Devasa havaalanında iç hatlara geçmek için ufak çaplı bir tren yolculuğu yapıp başka bir terminale geçtik. Bu arada, bizim uçak Münih'de ertelenince, doğal olarak onun devamı olan aktarma da değişti. Normal şartlarda bizim Chicago'da beklememiz 3 saatken, bu yeni planda 7 saate çıkmıştı. Biz ilk başta bunu duyunca, Chicago'da çıkıp gezme planları yapmıştık ama, yorgunluktan kimsenin Chicago görecek hali kalmamıştı. Kendi terminalimize varınca internetten sağa sola haber verdik durumumuzu ve ardından yanımızdan hiç ayırmadığımız Lufthansa battaniyeleri ve yastıklarını alıp,bulduğumuz ilk koltuğa yayıldık hepimiz. İlk başlarda bu ortalıkta uyuma işinden biraz tedirgin oluyorken, bi süre sonra havaalanları evimiz, o rahatsız koltuuklar da kanepelerimiz gibi oldu. Etraftaki insanlar ise gözümüze görünmüyorlardı artık.
Bir süre sonra ben gidip bineceğimiz kapı belli olmuşmu diye bakmak istedim ekrandan. Bir de ne göreyim! Tüm ekranda belki 100 tane uçuş bilgisi var, birtek bizimkinde rötar görünüyor, sadece bir saatlik bir rötar ama bizim sabır sınırları zorlanmaya başlamış durumda! Durumu arkadaşlara söyleyince şaka yapıyorum sandılar ilk önce, gidip bakan bile oldu.


 
                    


                    
                    
                          Chicago Havaalanı

İndianapolis uçağına bindiğimizde, artık enerjimizin son kırıntıları da bitmişti. Gökyüzünden Chicago'yu seyretmek için kendimi ne kadar zorladıysam da başaramadım ve uykuya yenik düştüm. Dayadım Lufthansa yastığımı pencereye ve yarım saatten biraz fazla süren yolu uyuyarak geçirdim.
En nihayetinde İndianapolis'e vardığımızda artık tamamen bitmiştik.
Ben korku içinde, ''Acaba burda başımıza ne gelecek?'' diye sorarken, bizi karşılamak için gelen Rob'la karşılaştık. Ben açıkçası, bunca aksilikten sonra, gecenin 1'inde bizi karşılayan olmaz diyordum bu şansla. Bagajlar için istek formlarımızı doldurduk ve dışarı çıktığımızda bir de ne görelim: Kar beyazı bir Limuzin! İşte bu tüm yolculuğun en güzel anıydı belki ama, bizde bu anın tadını çıkaracak güç kalmamıştı. Bir saatlik yolculuktan sonra, yarı uyur yarı uyanık bir şekilde İndiana Üniversitesi kampüsüne vardık. Saat 3 olmuştu ve bizim ertesi gün en geç 9'da kalkmamız gerekiyordu. Üç günlük uykusuzluğun üstüne sanırım ömrümün en derin uykusunu uyudum' bavullar ise iki gun sonra geldi...