22 Aralık 2010 Çarşamba

Cittaslow 2:Amalfi

En son Amalfi'ye nasıl ulaştığımı anlatmıştım.Oraya vardığımda hava kararmıştı. Eşyalarımı otel odasına bırakıp kendimi sokaklara attım. Hava yumuşuk ve ılık. İnsanlar sokakta yürüyüş yapıyorlar. Avrupa için alışık olmadık bir kalabalık var dışarda diyebilirim.

Hotel Fontana
Amalfi, Napoli'nin güneyinde bir sahil kasabası. Civardaki tüm kasabalarla birlikte bölgeye ''Amalfi Sahili'' deniliyor.Cittaslow kavramı ilk İtalya'da ortaya çıkmış ve Amalfi'de Cittaslow şehirlerden biri. Ancak bu duruma Seferihisar kadar heyecanlanmış görünmüyor. Zira Seferihisar'da adım başı cittaslow'un sevimli amblemi, sırtında bir şehir taşıyan salyangozu görmeniz mümkünken, burda hiç karşıma çıkmadı.
Şehir (yada kasaba mı demeliyim?) bir film setini andırıyor. Fellini'nin filmlerinden birinde sanıyorsunuz kendinizi. Birbirinden şirin binaları, çamaşır ipi gerilmiş balkonları ve çiçek dolu pencereleriyle tipik bir akdeniz kasabası.
Kaldığım otelin arka tarafı şehrin en güzel binası olan St. Andrew Katedraline bakıyor. Katedralin ilk inşaası 10. yüzyıla kadar dayanıyor ama bina bu dönemden sonra sürekli eklemeler yapılarak oluşturulmuş ve çok farklı mimari akımların bir karması şekline dönüşmüş.


Dağlar şehri dar bir alana sıkışmak zorunda bırakmış. Bu yüzden evler birbirinin üstünden dağa doğru yükseliyor. Karanlıkta silüetini görebiliyorum.
Bu arada Amalfi bölgesi İtalya'nın en iyi limoncellosunu üretmesiyle meşhur. Bu yüzden heryerde limoncello, yani bir tür limon likörü satan dükkanlar var.


Dolaşmaktan yorulup sahildeki kafelerden birine oturuyor, kırmızı şarap içerek denizi ve gelip geçen insanları izliyorum.Tüm günün yorguluğu ve yolculuk stresi üzerimden uçup gidiyor. İçimden kardeşime, beni buraya gelmeye ikna ettiği için teşekkür ediyorum. Belli bir saatten sonra ortalık tenhalaşmaya başlıyor ve bende otele dönüp yarın sabah çok erken kalkma planıyla rahat bir uykuya dalıyorum.
Ertesi gün, güneş doğmadan uyanıyorum. Odamın çift kanatlı balkon kapısını açıyorum ardına kadar. Buz gibi bir hava vuruyor yüzüme,180 derecelik bir deniz manzarası karşılıyor beni.



Giyinip çıkıyorum. Sokaklarda yine insanlar...Ara sokaklardan dolaşarak, merdivenlerle çıkılan üst mahallelere göz atarak gezinirken, burnuma gelen mis gibi kahve kokusunu takip ederek, kahvaltı yapacak bir kafe buluyorum kendime.


İtalyan usulü ( Capuccino ve croassan) bir kahvaltı yapıp kendimi yine sokaklara atıyorum. Şehir sabah ayrı bir güzel, manzara daha açık ve bırakılıp gidilecek gibi değil. Ve fakat, benim artık Matera'ya doğru yola koyulmam ve seminere katılmam lazım. Bu yüzden yavaştan otelime doğru yöneliyorum. Eşyalarımı toparlayıp otelin önündeki otobüs durağına doğru gidiyorum. (Tabii bu kez dersimi aldığımdan, bir gece öncesinin ödenmemiş biletini de alarak geçiyorum durağa, ancak bir gece önceki şoföre rastlayamıyorum) Durak, bir gece öncesinin tersine, okul çocuklarıyla dolu. Sanırım Amalfi'deki çocuklar okul için Salerno'ya ya da daha yakındaki kasabalardan birine gidiyorlar. Otobüste, deniz görecek tarafa oturuyorum. Sanki okul gezisine gider gibiyiz. Otobüsün içi cıvıl cıvıl çocuk sesi...

 .
Yola koyulunca, ben gördüğüm her manzaranın fotoğrafını çekmeye çalışırken insanlar garip garip bana bakmakta. Çünkü benim için muhteşem olan bu manzara onlar için çok sıradan ve tanıdık. Muhtemelen hergün görüyorlar. Bense bir kareyi bile kaçırmak istemeden, ardı ardına basıyorum fotoğraf makinama.


Bir saatlik bir yolculuktan sonra, ben doğal olarak Salerno'da istasyonun önünde bindiğim için bir gece önce, yine orda ineceğimi düşünerek son durağı bekliyorum ve fakat, Antonio'nun dediği gibi, ''This is Italy!''. Otobüs başladığı yere dönmüyor ve ben alakasız bir son durakta inip istasyonu sora sora bulmak durumunda kalıyorum, elimde tın tın çekmeli valizimle...




Hiç yorum yok :

Yorum Gönder