Neris Nehri kıyısında yer alan şehrin barok silüeti ve sahip olduğu katolik ve protestan kiliseleri insanı büyülüyor. Biz şehri gezmeye Parlemento binasının önünden uzanan geniş yoldan, Gedimino Bulvarından başladık.
Parke taşlı ferah bir cadde olan bulvar boyunca yürümeye parlementonun önünden başlarsanız binalarda başlarda Rus mimarisini biraz ilerledikçe de Fransız ve İtalyan mimarisini görüyorsunuz.
Cadde boyunca ilk göze çarpan bina Milli Kütüphane.
Biraz ilerleyince bağımsızlık heykeliyle karşılaşıyoruz...
Litvanya hristiyanlığı en geç kabul eden ülkelerden birisi. Daha önce pagan olan ülke 1377 yılında Litvanya Grandükü Jogaila'nın Hristiyanlığı kabul ederek Lehistan kraliçesi Jadwiga ile evlenmesi sonucu Litvanya Hristiyanlaşmaya başladı. Bu geç kalmışlığın etkisi midir bilinmez ama şehrin her yeri kiliselerle dolu. Yunan Ortodoks Kilisesi'nin yanında Rum Ortodoks kilisesi, onun biraz ilerisinde Yunan Katolik Kilisesi gibi farklı türlerden kiliseleri görmeniz mümkün. Ama bunların en görkemlisi bulvarın sonunda bizi bekleyen Vilnius Katedrali olsa gerek.
Hristiyanlık öncesi dönemde pagan
tapınağı olarak kullanılan yapı, Hristiyanlığın kabulüyle bir katedrale
dönüştürülmüş. Zaman içinde çeşitli değişimlere uğramış ve 18. yüzyılda bugünkü
görünümüne kavuşmuş. Sovyet döneminde galeri olarak kullanılmış.
Katedralin içinde yer alan Saint Casimir Şapeli mutlaka görülmeli. Yapımı
25 yıl süren şapelin tüm mermerleri ve diğer malzemeleri İtalya'dan özel olarak
getirilmiş ve İtalyan bir mimar tarafında yapılmış.
Şehirdeki
bir diğer görülmesi gereken kilise ise Litvanya'nın en büyük Ortodoks kilisesi
olan Theotokos Catedrali. Aynı büyük katedral gibi pagan döneme ait olan kilise
günümüzde Rus Ortodoks kilisesi olarak hizmet veriyor.
Litvanya
gezilmeyi hakeden bir ülke, sırada ise bir masal şatosu var: Trakai!
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder